Monday, November 23, 2009

uyumak

Uyumayı severim, kim sevmezki? Ben daha çok severim. Her yerde, her zaman uyuyabilirim. Saatlerce uyku artık kalmadı, en fazla 6-7 saat. Gece uykusuna dalmadan krtik 15 dakikada her hangi bir rüya veya bir ses, gece uykusuna dalmamı en az bir saat erteleyebiliyor.
Gelelim dün geceye, manasız bir rüya ile uyanılıp nerdeyim ben diyerek ayıldıktan sonra zaten bir saat döneceğim belli. Ama bu bir saat havlama rekoru kıran köpek sayesinde iki saate çıktı. Bir köpek iki saat boyunca aynı ritimde havlarmı?? Topağcında mümkün. Bir ara artık böyle bir havlama düzeninin mümkün olamayacağına ve bir manyağın köpek havlaması kasetini yüksek sesle yayınladığını bile düşündüm. Sonra çıkıp gözümle köpeği görmeyi düşündüm kendimi zor tuttum. Sonuçta ya kaset bitti ya da köpeğin enerjisi, benim de gece uykusu dağıldı. Dörde doğru uyuyarak yeni bir haftanın enerjisini toplamaya doğru adımımı atmış oldum.

Friday, November 13, 2009

Contemporary Art

Son yıllarda etrafımda sanatsal kişiliği ön planda olan insanlar çıktı. Bu insanların evlerine atölyelerine gire çıka takip ettikleri dergileri ve kitaplarını karıştırdım. Değişik objelerin tasarımların olduğu bu yayınları ilgiyle inceledim. Şimdi de facebook'taki "friend"lerden birinin paste ettiği kendini contemporary art'a adamış blog sayfasını Google Reader'ıma ekledim. Bu harika blogta yeni çıkmış bir saatten, çok değişik tarzda evlere, koleksiyon için üretilmiş oyuncaklardan, kısa animasyonlara hatta mobilyalara! kadar çok değişik alanlarda içerik var ve hergün yeni postlar ekleniyor. Sanatsal olarak ne kadar değeri olduklarını bilemiyorum ama her gün bu yeni objeleri bakıyor ve insanoğlunun yaratıcılığının sınırsız olduğunu bir daha anlıyorum.

http://www.aarting.blogspot.com/

Not: bugün blog yavruladı artık iki adet harika sanatsal blog takip edebiliyorum...

http://www.iainclaridge.co.uk/blog/

Wednesday, November 4, 2009

Fransızca

Annem ve babam Fransız okulunda okuyup o kadar nefret etmişlerki bizi kardeşimle bu okullardan birine sokmadılar. İngilizce öğrenmemiz gerektiğine karar verip zaten ilkokulunda okuduğumuz Işık Lisesinde devam etmemizi sağladılar. Işık Lisesinde okumaktan her hangi bir pişmanlığım yoktur ve hayatımın en eğlenceli zamanlarını geçirdiğim yerdir.
Fransızca'ya dönersek son 5 seneye kadar sadece annem-babam bizden gizli konuşmak istediklerinde duyduğum bir dildi. Son yıllarda iş yaptığımız bu ülkenin insanları buralara çok gelir oldular ve haliyle bu insanlarla iş dışında da vakit geçiriyorum. İş konuşurken İngilizce akşam yemeklerinde "babam sağolsun" Fransızca konuşuluyor. Artık o kadar dinledim ki bazen anladığmı düşünmeye başlıyorum. Zaten Türkçe'de de Fransızca'dan geçmiş bir çok kelime var, ama bazıları nedense beni çok şaşırttı. "Kürdan" ilk şaşırtan kelime oldu, sonra babam Fransızca konuşurken metrekare dedi, baba dedim metrekare diyosun adam nerden anlayacak o Türkçe bir kelime... Değilmiş Fransızcadan ikinci bir kürdan vakası. Dün gece yine yemek, yine balıkçı, yine Fransızca muhabbet ben yine dinleyici. Bu sefer konu yemek manje kelimesi geçiyor ordan anlıyorum bir anda "meze" kelimesini kullandı annem. Yok artık dedim meze de mi Fransızca? Hemen sordum değilmiş. Nedense bir rahatlama geldi. Mezenin zaten İngilizcesi biraz şaibeli ne side dish ne de starter. Bu durumda annemin araya sokuşturduğu Türkçe kelimede hatası yok gibi gözüküyor.

Wednesday, October 21, 2009

iddaa

Çok uzun zamandır iddaa oynamıyordum ve neden oynamıdığımı bu akşam bir daha hatırladım. 6 maçlık şampiyonlar liginden bir kupon yaptım ve 1,45-1,8 oranları civarında. 1,15 lik garanti maçları boşver dedim kendi kendime. Sonra dayanamadım nasılsa garanti diye 1,15 lk iki tane ekledim. Sonuç şöyle oldu Barcelona kendi sahasında Rubin Kazan'a kaybetti, Inter Dinamo Kiev ile kendi sahasında berabere kaldı. Riskli dediğim maçlardan Glasgow ve Liverpool kendi sahalarında yenildi. Şimdilik 6 da 4 yanlıştayım. Yarın Milan deplasmanda Real Madrid'i yener ve CSKA da Manchester'ı yenerse 6'da6 ile rekor kıracağım.

Demekki bazı şeyleri zorlamamak gerekiyor!

Thursday, September 24, 2009

Jeferson ile bayram

Jeferson kim mi? Ailemizin Brezilyalısı, aslen Brezilya'da mal aldığımız firmanın satış elemanı. Bir ay önce biletimi aldım geliyorum dediği anda başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Çünkü bütün bayram burada olacaktı. Neyse ki aşırı güleryüzlü pozitif bir insan. Maç dedi maça gittik, Blue Mosque dedi Sultan Ahmete gittik bonus olarak Aya Sofya ve Yerebatan. Ne kadar çok beğendiğini anlatmam, en son Yerebatan'da Ben böyle yerlerin filmlerde sadece dekor olarak bulunduğunu sanıyordum dedi. Yemek dedi Nevizade'ye götürüp Yeni Rakı ve mezelerle ile tanıştırdım. Alışveriş merkezi istedi İstinye Park. Yani bu tatil hem tatildi hem değil. Bu sabah itibariyle arkadaş büyülenmiş bir şekilde İstanbul'dan Madrid'e uçtu. Bir daha ki sefere karısını da getirecek bu sefer de Kapadokya istiyor bakalım neler olacak. Bu arada utanarak belirtmeliyimki Brezilyalı dostum sayesinde Sultan Ahmet Camii ve Yerebatan Sarayını gezmiş oldum.

Thursday, September 10, 2009

Su Yolunu Bulur!

İkitelli de her gün geçtiğim yolları haberlerde, Muson yağmurları haberleri gibi seyretmeden saatler önce Kemerburgazdan Hasdal'a doğru yola çıktım. Yolda hayatım boyunca göremeyeceğim yağmurun ötesinde bir şey gördüm. Sanki havada asılı duran bir su blokunu yara yara ilerlemeye çalışıyordum en fazla 50 km ile ilerleyebilirken silecekler etkisiz kalıyordu. Yağmur yağmasıyla ilgili bir korku filmi yapılacak olsa o sahneyi yaşıyordum. Sanırım orman yolunda olduğum için her hangi bir su birikintisine rastlamadım. Sabah uyanıp haberlerde İkitelli'nin halini görünce bir anda ilkokul hayatbilgisi dersine geri döndüm, Ormanların faydaları; Sel olmasını engellerler. Tahminimce o bulut ötesi havada asılı su kütlesi kuzeye doğru gitti ve olanlar oldu..
İlk defa bu kadar çok yağmur yağmasına ve barajların doluluk oranının bir günde %13 artmasına sevinemedim...

Friday, August 28, 2009

Nezle Olmak ve Klima

Senede 4-5 kez şifayı kaparım ve hiç biri klasik kış soğuk algınlığı olmaz. Bir tanesi mayıs-haziran aylarında polenlerin yol açtığı bahar nezlesi ki bu sene 2 ay yerine 1-2 hafta sürdü ve sadece bir kutu clarinase ile atlattım. Diğeri genelde havayı artık ısındı deyip veya hala sıcak sanıp ıslak kafayla dışarı çıkıp rüzgar yeyince oluşan nezle. Üçüncü ise en çok koyan; klima sebepli nezle!
Genelde yazın en sıcak günlerinde oluyor, ilaçlar içiliyor terleniyor artı klima kapalı, sonuçta suni soğuk havadan mikrobu kapıp doğal ve ilaç destekli bir aşırı ısınma ve terleme olayına girmiş buluyorsunuz kendinizi. Neyseki falza sürmüyor 2-3 günde kendine geliyorsun.

Ben bundan 10-15 sene öncesinin klima gerektirmeyen ve aşırı sıcak olmayan yazlarını arıyorum. Evimde kesinlikle klima kullanmıyorum, olurda olan bir yerde kalırsam gece yatarken kesinlikle açmıyorum. Galiba biraz sıcaklık eşiği yüksek bir insanım. Her zaman söylerim 12 ay çorap giyilmeyen bir yerde yaşamak güzel fikir olabilir.

Friday, July 17, 2009

içmek

Bir şeyi içerken ne ile içtiğimiz içtiğimiz içeceketen aldığımız keyif için çok önemli. Şarabı, şarap bardağından, Rakıyı rakı bardağından, Birayı ya uzun ya da kulplu bardaktan içmek gibi liste uzar gider. Birde bunların terslerini düşünelim. Bardak sıkıntısı sebebiyle şarabı veya rakıyı su bardağından içmeyi düşünemeyiz bile. Ama balıkçıda veya şık bir davette şarap bardağı tipinde bardaklar da su içmeye itirazımız olmaz. Bu konuyu aklıma getiren olaysa bardak sıkınıtsının dibe vurduğu bir anda suyu kupadan içmenin en kötü bardak ve içecek kombinasyonu olduğunu bulmuş olmamdır. Aslında bu konu ilk defa Akasya'da ki nefis limonatayı cam bardak yerine hijyenik sebeplerden dolayı karton bardaklarda vermeya başladıklarında aklıma gelmişti ve tepkimi de vermiştim ama yapacak bir şey yoktu, artık limonata içmek keyifsizdi..
Birde coca-cola var tabiki. Eski depozitolu coca-cola şişelerinden içtiğim buz gibi colanın tadını hayatımda daha alamadım o şişelerde pepsi bile güzel gelirdi. Şu andaki ambalajlardan keyif alma düzeyim ise yeni çıkan şişelerde fena değil, teneke eh, sonradan çıkan 50 cc likplastik şişeler rezalet, 1 ve 2 ltlik şişeleri ise macbur kalmadıkça tüketmem. Birde eski 1 ltlik efsane şişeler vardı ki onlarda su şişesi haline gelirdi. Öyle bir alışkanlık ki hala günübirilikçilerin yanlarında su dolu 2 ltlik plastik kola şişeleri görülebilir.

Friday, July 10, 2009

Transfer Kumarları

Manchester'ın 10 transfer kumarını okuduktan sonra, Galatasaray'ın 10 transfer kumarı yazmak geldi aklıma.

Erdal Keser

1990'ların başında Galatasaraya'a Sariyer'den 2. gelişi yanılmıyorsam sezon açılışında açıklanmıştı. Başarılı olmuşmudur çok tartışılır buna rağmen kaptan olarak iki şampiyonluk gördü.


Selçuk Yula

Sarıyer'de ki partnerinin kumarı tutunca Mustafa Denizli gaza gelip kendisine Galatasaray formasını giydirdi. Keşke böye birşey yaşanmamış olsaydı. Denizli'nin forvet sıkıntısı olan ve Selçuk Yula'yı oynatacığını açıkladığı Banik Ostrava maçından önce "Büyük Futbolcular, Büyük Maçların adamıdır deyişini hiç unutmam"


Abdullah Ercan

2. Fatih Terim Döneminin en skandal transferi. Ne işi var Galatasaray'da dersem yeridir. Hatırlamak istemediğim bir transfer daha.


Elvir Baliç

Tam anlamıyla kumar. Bursaspor'dan Fenerbahçe'ye gittiği sezon biz Ankaragücü'den Hasan Şaş'ı, Beşiktaş'ta Antep'ten Ayhan'ı almıştı. Ne kadar için gitmişti Fenere gidişine anlatamam.
Galatasaray'a geldiği zaman yarı kapasiteyle oynasada bence başarılı olmuştur. Sevdiğim bir topçudur.


Hakan Şükür

2003'te geri geldiğinde Galatasaray'dan ayrı kaldığı 3 sezonda toplam 10 gol atmıştı. Geri geldikten sonra oynadığı 5 sezonda Galatasaray'a olan faydalarını imza attığı başarıları anlatmaya gerek yok. Onun gibi bir futbolcuyu hala arıyoruz.


Okan Buruk

Lucesculu ilk sezon Ankaragücü maçında kırmızı kart görünce benim için bitmişti. Geri dönmesini hiç istemedim. Geldi kariyerine bir şampiyonluk ekledi gitti. Bir kaçtane kritik gol attı ama devamlı oynamadı.


Haim Revivo

2. Fatih Terim döneminin "Ne işi var Galatasaray'da" # 2'si. İlk oynadığı maçta 3 gol atıp tamam aranılan 10 numarayı bulduk dedik, sonra varlığını göremedik. Başarılımıdır hayır hayal kırıklığıdır.


Tolunay Kafkas

Efsane 1. Fatih Terim döneminde 2 sezon (97-99) oynamıştı. Trabzonspor günlerini pek göremedik ama rotasyonda faydalı olmuştu.


Milan Baros

Liverpool günlerinin çok altında performans gösterdiği Lyon-Portsmouth maceralarından sonra gelip eski formunu yakaldı. Tam bir kumarın tutturma örneği.


Harry Kewell

Galatasaray'a gelmeden önceki iki sezon Liverpool'da toplam 18 maç oynayabildi. Bunun 15'i 2007-2008'de. 2006-2007'yi sakatlıklarla geçirdi. Bizde ise ilk sezonda 37 maça çıktı ve 13 gol attı. Söyleyecek tek şey Harry Harry Kewelllll.


Wednesday, July 8, 2009

Alex Ferguson ve Gabriel Obertan

3 sen önce Bordeaux maçı, ikinci yarı oyna girip sağ kanadımızı dağıtan bu adamı biz o günlerde anladık ama nedense Blanc anlamadı ve bugün itibariyle artık Manchester yolcusu. Anlaşılan bizden başkaları da anlamış..

Konu açılmışken Alex Ferguson'un Owen'dan önceki 10 kumarını notlandırarak yazmış Telegraph gazetesi..

aynen pasteliyorum, en kötü nota dikkatinizi çekerim

Eric Cantona (Leeds, £1.2 million, 1992)
Success Rating: 10/10

Sir Alex Ferguson famously chanced his arm asking Howard Wilkinson about the troublesome Frenchman, brought him across the Pennines for a cut-price fee and accidentally signed one of United’s all time greats.

Teddy Sheringham (Tottenham, £3.5 million, 1997)
Success Rating: 9/10

The Spurs striker was already in his 30s when Ferguson brought him to Old Trafford as an experienced hand to guide his crop of youngsters, but he went on to help United to three titles and, famously, the Champions League.

Dwight Yorke (Aston Villa, £12.6 million, 1998)
Success Rating: 7/10

Ferguson smashed United’s transfer record to bring the Aston Villa forward to Old Trafford, but his almost telepathic partnership with Andy Cole became one of the most prolific in United’s history.

Ruud van Nistelrooy (PSV, £19 million, 2001)
Success Rating: 8/10

Another record signing – for a few days at least – came complete with the scorn of Harry van Praag, the PSV chairman, but van Nistelrooy provided a stunning 95 goals in 150 games over five years at Old Trafford.

Juan Sebastian Veron (Lazio, £28.1 million, 2001)
Success Rating: 4/10

Ferguson’s biggest mistake. Veron failed to settle into the more advanced role the Scot handed him after his British record move and was sold to Chelsea after two underwhelming years for half of his massive fee.

Rio Ferdinand (Leeds, £30 million, 2002)
Success Rating: 9/10

For the second year in a row, Ferguson broke the British transfer record to make the former Leeds man the world’s most expensive defender. The risk paid off, though, as Ferdinand blossomed into arguably the finest centre back on the planet.

Kleberson (A Paranaense, £6 million, 2003)
Success Rating: 2/10

Looked reasonably impressive in Brazil’s 2002 World Cup-winning side, but seemed a strange choice as a replacement for Roy Keane.

Cristiano Ronaldo (Sporting Lisbon, £12.6 million, 2003)
Success Rating: 10/10

It may look a paltry sum now, but, for an unproven teenager signed on the recommendation of players impressed after a friendly, Ronaldo’s fee was comparatively high. He proved to be more than worth it.

Wayne Rooney (Everton, £25.6 million, 2004)
Success Rating: 9/10

Another hefty sum for a teenager with just two complete seasons of Premier League football under his belt, but a hat-trick on his debut against Fenerbahce augured well.

Henrik Larsson (Helsingborgs, Loan, 2007)
Success Rating: 6/10

It is hard to categorise the two-month loan which brought the veteran Swede to Old Trafford as a risk. Larsson wanted a swansong in one of Europe’s top leagues and, while he hardly set the world alight with his performances, provided invaluable cover and a touch of class as United regain the title.

Monday, July 6, 2009

GSTV

Eve gelinir koltuğa uzanılır TV açılır ve Digiturk kapalı değilse zaten kanal 75 te kaldığından direk karşıma gelen GSTV'dir.

Bir futbol kulübünün kanalını ulusal bir yayın sistemine geçirip izlenebilirliğini arttırmak için seçilebilecek en iyi ay Haziran-Temmuz olmalı. Bünye ister istemez ekranda sarı-kırmızı birşey görmek istiyor ve GSTV sürekli antreman, eski maç, röportaj yayınlayarak bu isteği besliyebiliyor. Bir zaman sonra alışkanlık yapıyor ve aynı program 2-3 kez seyredilmeye başlanabiliyor. Her an yeni bir transfer açıklanması, Rijkaard'ın bir hareketi, Uğur Uçar'ı top sürerken görmek vs.. gibi görüntüleri yakalama umuduyla hipnotize olmuş gibi seyrettriyor kendini GSTV. Artık GSMobile reklamarını ezberledim. Barışın Emre Güngöre "Emre, ne yapıyosun" 'u gurbetçi aksanıyla söylerken ki gülmesini falan çözdüm.

Bir yere misfirliğe gittiğim zaman acaba orda Digiturk var mı düşünceleri bile başladı. Sezon başlayıp galibiyetler gelmeye başladığı zaman ki keyfi hayal bile edemiyorum..

Friday, June 12, 2009

Motoru Bozmak

Gıda işinde uğraşınca yemek seçimi oranı yükseliyor ister istemez. Bir de hasas mide eklenince çok fazla seçenek kalmıyor. Ama tabiki istisnalar olmuyor değil. Geçenlerde en kral olması gereken yerden gelen vapır menü üstüne sonradan sadece baş etinden yapıldığını öğrendiğim köfteleri müşteri ziyareti sırasında yemek zorunda kalmam son 3 günümü direk etkiledi. Motor Bozuldu artık. Çok ta eski değil aslında ufaktan alıştırmadık her türlü koşula ve alışık olmadığı şeyleri görünce bırakıyor kendini ne yapsın haklı. Aklımıza direk gelen soru yemeğin zaten bozuk olabileceği. Bu sorunun da cevabı yanımda başka aynı yemeği yiyen biri oldumudur. Evettir cevap genelde beton midelim arkadaşım Tori'de bu yemekleri yemiştir ve hayatına devam etmektedir.
Bir keresinde benim bağırsak enfeksyonu gecirip 3 gün yatmama sebep olan sosis, Tori Beye sadece sabah ufak bir sıkıntı yaratmıştır ki bu benim son defa sosis yememdir. Seyrantepe'nin muhteşem lokantaları bile Tori'yi etkilemez, öğlen yemeğine katılan iş arkadaşları bir bir motorunu bozar gider. 
Fakat o beton da bir gün çatlar. Bir gün Tori telefon açar ve Beyoğundayım ne yiyim der, Borsa fast fooda git derim, dinelemez ve yazın sıcağında dönen piliçlerin büyüsüne kapılıp lokantaya girer.
Giriş o giriş efsane mide yenilmiştir artık motor bozulmuştur.  Tahminen ben o piliçi yemiş olsam ki zaten yemem perte çıkar 5 gün amerikan hastanesinde serum yerdim.

Bir gıdacı olarak tavsiyem yazın tavuk yerken seçici olmaktır!

Monday, June 8, 2009

Chrysaora hysoscella

Chrysaora hysoscella yani Marmara Denizinde yeni görülen 
denizanası çeşidi. Dün ilk defa Sedef Adasında gördüm.
 
Şimdilik adada dolaşan rivayet Afrika'dan geldikleri yönünde. 
Bildiğimiz gibi büyük yük gemileri gemiyi dengelemek içine su 
çekiyor ve bu suyu boşaltıyor. Mesela bu suyu Meksika 
Körfezinde çekip Ege Denizinden boşaltırsa Meksika Körfezinden
buraya canlı transferioluyor. Bu sayede doğanın dengesi 
bozulabiliyor veya türler yeni yaşam alanlarında hayatta kalıyor. 
Bunun bir örneği Ege'de bulunan Mavi Yengeçler.
Internette araştırdığım kadarıyla İngiletere ve Akdeniz'de görülen
bu bizim bildiğimiz denizanalarına göre korkunç görünümlü 
denizanasıöldürücü zehirli değil ama yakıcı bir zehiri var.
Ne olursa olsun bir türü ilk defa yaşadığım yerde görmek
heyecan verici bir duygu. Yan tekne sakinlerinin dediği gibi 
bunların kökünükazımak için kovayla yakalıyıp sahile götürüp 
kurutmakta gerekmeycek anladığım kadarıyla. 

Tuesday, May 12, 2009

Star Trek


Yanılmıyorsam 8-10 yaşlarındayım televizyonda ne varsa seyretme dönemleri. Resimdeki karakterlerin olduğu bir çizgifilm gösterimde, bende uzay olan herşeyi izlediğim gibi oturup seyrediyorum. Adada olduğumuz için evin geleni gideni çok, etrafta yazlık evde renkli televizyon zaten az. Her gelen bi yorum yapıyor, yorumlardan biri Büyükbaba İzak ben bunların dizisini izledim Spock, Kirk vs.. diyor. O anda kafada yavaş yavaş bişeyler oluşmaya başlıyor baya popüler birşey izliyorum "STAR TREK".

Daha sonraları zaten anlıyorum ki TRT'de efsane diziymiş. Daha sonraları Star'ın eski dizileri gösterme dönemlerinde de biraz seyredip daha da olaya entegre oluyorum. Son olarak Star Trek Movie leri her pazar bir kanal verince eldeki imkanlarla takip edebildiklerimi izlemiş oluyorum.

Bu arada devam filmler çıkmaya devam ediyor Firs Contact, Nemesis, Insurrection. Bunlar sinema ve DVD takip ediliyor.

Bunların hepsini takip etmemin sebebi Star Wars dışında sinemada izlenebilecek uzay filmi olmamasıydı. Fakat cuma günü seyrettiğim yeni  Star Trek bana göre artık Star Wars gibi takip edeceğim yeni bir efsanedir. Stüdyolar çok iyi bir hamle yaparak zaten değeri olan ve değeri gitgide azalan bu seriyi J.J. Abrahms'a teslim ederek yeni bir uzay filmi efsanesi yarattılar. Çok hareketli geçmeyen eski filmlere nazaran çok güzel aksiyon sahneleri görsel olarak keyif verdi. 
Eskiden beri karakterleri bilen biri olarak seyrederken Scotty nerde DR. ne zaman çıkacak diye heycanla bekledim her birinin çıkışı ve onları tanımak ayrı bir zevkti. Alternate Reality yaratarak, ilerde gelecek devam hatalarından çok güzel bir şekilde sıyrılancak olması çok zekice. 

Gelecek bölümleri heycanla bekliyorum.

Thursday, March 5, 2009

Birşeyler izlemek üzerine

Son yıllarda televizyon seyrederken kanal değiştirme yetkisi bende değilse orada en fazla 5 dakika dayanabiliyorum. Tam ilginç birşey denk geliyor çat kanal değişiyor, üçüncü ilginç kanal kaçtığında mekan terk ediliyor veya yetki ele geçiyor. Aile içi olunca mekan sevgili ile olunca yetki değişimi ile olay sonuçlanıyor. Tek kanal dönemini özlüyorum fazla seçenek olmadığından TRT'de ne varsa hep beraber oturup seyretmeyi. Buz pateni veya atletizm demeden bütün sporları izlemeyi, müzikal veya kovboy her türlü filmi seyretmeyi, dizileri televizyondan heyecanla beklemeyi özlüyorum. Bu şekilde büyüyerek çok daha geniş bir izleme zevkimin geliştiğine inanıyorum. Ben küçük yaşlarda her tür program, dizi ve filmi seyretmiştim. Bugünlerde ise 7-8 yaşlarında çocuğun seyredeceği şey belli çizgi film kanalları var evde yüzlerce vcd - dvd çizgi film var. Bu çocuklar bu yaşa geldiklerinden bizim seyretmek zorunda kalıp zevk alıp veya nefret ettiğimiz kaç tane değişik şey izlemişlerdir? Sinema yorumcusu olmalarını beklemiyorum ama ekran başında keyif alınarak seyredilebilecek şeyleri çok daha geç keşfedecek olmaları ve aşırı saçma çizgi filmler seyrederek geçirdikleri zamana yazık diyorum. 

Monday, January 26, 2009

Bakkal ile bozuk para savaşları

Evin karşı köşesindeki bakkaldan bahsetmeden önce, dolaylı yönden alakalı buzdolabımı tarif etmem gerekiyor. Daimi misafirleri ketçap, mayonez ve hardaldır 3-4 ayda bir bozulunca çöpe atılırlar hiç birinin dibi görülmemiştir. 1 adet ikea su şişesi emergency suyu olarak ki bu 2 adet olarak alınmış ve kardeşi temizlikçi kadın tarafından çöpe şampanya şişesi sanılarak atılmıştı.
1 adet reçel annemin eve taşınırken sorduğu soru hala aklımda "Reçel yermisin" evet yerim diyerek alınmış ve kapağı dahil açılmamış olarak duruyor. Gelip geçici objeler ise Bira, soda, muz, kit kat, 2-3 domates...
Bu buzdolabı şartları bakkaldan hep ufak tefek anı kurtarma adına siparişler vermeme sebep oluyor. Pazar sabahı kahvaltısı için menemen malzemesi, süt ve ekmek gibi. Bu siparişler bakkala telefonla sipariş ediliyor ve çırak getiriyor. Asıl savaş işte burda başlıyor; bakkaldan gelen hesap genelde 12 tl, 10,8 tl civarında oynuyor ve eleman elinde 20 tl üstü ile geliyor. Yani 12 tl gelen hesaba 22 tl veriyim 10 tl tam veriyim mantığı yok bu yüzden bozuklulkarı tıkıyor hiç bir çare yok. Tek çare 12 tam vermek bu alt yapıyıda evde oluşturdum bozuk çanağım her türlü bozuğa cevap verecek durumda. Böyle olunca da bakkala daha da fazla bozuk geri gitmiş oluyor ve bu da bana bakkalın içinde yaşadığım bir anıyı aklıma getiriyor.. Pijama görünümlü eşofmanlı bir kız hesabı 25 kuruş ve 10 kuruşlar ile ödeyip çıktıktan sonra sinirlenen bakkal paraları masaya sinirlenip atmıştı ve kızın arkasından saydırmıştı. Bende 50 kuruşlarla ödemeyi düşünürken jest olsun diye tam para vermiştim. Umarım benden geri gelen para üstü ve ekstra bozuklar böyle bir sinir yaratmıyordur.

Wednesday, January 7, 2009

Bonsai'm

10/12/08'de Denika'nın Amsterdam'dan getirdiği Bonsai'yi ekmiş bulunmaktayım. Üzerindeki talimatlar Fransızca ve Flamenkçe olduğundan bir kere çevrisini dinledim ve olaya start verdim. Heralde birşeyleri yanlış yapmışım ki 1 seneden önce bir şey çıkmaz diyen talimatlar yanlış çıktı ve ilk fidan çıktı. Belki de bir çeviri hatası var bilemiyorum. İkinci fidan da ilkinden 3-4 gün sonra çıktı.
En son ilkokul deneyinde pamuğa fasülye ektikten sonra bir kez daha kendi ektiğim bir fidan çıkıyor. Buna şahit olmak ne kadar keyifli anlatamam. Eve girdiğim anda ilk baktığım şey Bonsai.
Bu aralar her gün geliştiğini görebiliyorum. Aşağıdaki resimler arasında 10 gün ya vardır ya yoktur.

Friday, January 2, 2009

TEM

Trans European Motorway'in kısaltılmış hali bazende E6 olarak geçer. İsmine bakıldığında bütün Avrupa'yı dolaşan bir yol sanılır ama değilidir sadece Avrupa'nın doğusu dahil ve Yunanistan bu olaydan çıkmış. Türkiye'de Edirne'den Ankara'ya kadar gider diye biliyorum.
Bu yolu kullanmak için belirli kurallara uymak gerekiyor. 4 şeritli yolun en solundan trafikli veya trafiksiz en az 120 km ile gitmeniz şarttır, öndeki arabayla güvenlik mesafesi kesinlikle yasaktır bırakıldığı anda arka arabadan selektörlü tepki gelecektir. Sonraki şerit genelde otobüs, kamyon ve TIRların hız şerididir bu şeritte normal bir hıza düştüğünüz anda arkadan gelen bir ağır vasıta sizi selektör manyağı yapar bu yüzden tavsiye edilmez. Geldik bir sonraki şeride burası genelde aşırı yavaş giden kamyonların veya TEMe ilk defa girenlerin şeridir hızın çok düşük olmasından dolayı daraltır ve hiç tavsiye edilmez. Sağ şerit; en kritik şerit genelde sağ şeritten gitmek eziklik simgesi olduğundan boş olup geçiş şeridi olarak kullanılır, kendini rallici sananların şerididir. Asıl görevi olan ağır vasıtalrın geçiş yeri olmak ise şeridin ortasında bir tümsek oluşmasına sebep olmuştur.
Gelelim emniyet şeridine; her zaman boştur ambulanslar, polis arabaları geçer demek isterdim ama burası TEM'in tıkalı olduğu zamanlarda en çok işleyen yoldur. Trafik oluşunca direk emniyete girilir ve gittiği yere kadar devam edilir.
Lütfen TEM yolu kurallarına uyalım!